Haziran 2025 Dergilerine Genel Bir Bakış-4 – Mustafa Uçurum

Yitiksöz’de Okuma/Eleştirel Okuma Dosyası

Yitiksöz dergisi 29. sayısında “Okuma/Eleştirel Okuma Dosyası” dosyası hazırladı.

Derginin Giriş yazısından…

“Harfleri ve sesleri tanıma sürecini iletişim dilinin zenginliklerinden yararlanarak kavrayan okur; duyduğu, gördüğü ve okuduğu her şeye bir anlam verme arayışına girer. Bu süreçte insanın bir yol göstericisinin bulunması okuma çabasında olan kimselerin merakını disipline eder. Keyfiliğin çekim alanına düşmekten korur. Derlenip toparlanma isteğinin zuhuruna imkân sağlar. Rast gele serpintilerin tuzağına düşmekten korur okuyanı.”

Okuma/Eleştirel Okuma Dosyasından

Vefa Taşdelen – Felsefi Okuma, Felsefe ile Okuma

“Zamanında okumak, hayatın karanlık yollarına doğru tutulmuş ışık gibidir. Montaigne, felsefenin bize hayatı ve güzel yaşamayı öğrettiğini, bu nedenle çocukların en az büyükler kadar, hatta büyüklerden daha çok felsefeye ihtiyaç duyduklarını söyler; büyükler zaten öğrenmişlerdir öğreneceklerini, şimdi asıl hayatı tanıması gereken çocuklardır.”

Sema Noyan – İnsanın Varlık Sırrını ve Kendi Hakikatini Okuması

“İnsan, dünya hayatında, bir rehber eşliğinde ezelî ve ebedî olan Mutlak Varlığa/ Allah’a kavuşmayı, tevhide ulaşmayı amaç edindiğinde kendi varlığının bilincine ve sırrına ulaşabilir. Bu hakikati İbnü’l Arabi, Yûnus Emre, Feridüddin Attâr, Hz. Mevlânâ, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, Aziz Mahmud Hüdâyî, Niyazî Mısrî, Eşrefoğlu Rûmî, Erzurumlu İbrâhim Hakkı, İbrahim Halil Efendi, Ken’an Rifâi Hazretleri gibi nice mürşid-i kâmiller gerek vazifeleriyle gerekse tasavvuf yolunu anlatan eserleriyle dile getirmişlerdir.”

Necdet Subaşı – Okuma Sosyolojisi

“Okumanın temel işlevi bilgi aktarımıdır. Ancak, bilginin yalnızca metinden çıkarılması değil onun nasıl yorumlandığı, içselleştirildiği ve yeniden üretilmeye hazır hâle getirildiği de önemlidir. Bir metni okurken sadece sözcükleri algılamıyoruz; aynı zamanda o sözcüklerin ardında yatan anlamları, simgeleri ve bağlamları da keşfediyoruz.”

Beyhan Kanter – Osmanlı Kadınlarının Okuma Kültürüne Dair Notlar

“Osmanlı aydın ya da bürokratlarının eş veya annelerinin de, memur eş ve çocuklarının da belli bir kültür birikimine sahip oldukları görülmektedir. Devrin aydınlarının kızlarına farklı türlerde kitap okuttukları ve doğru imla ile yazmalarına ehemmiyet gösterdiklerine dair örneklerden biri, Namık Kemal’in kızı Feride’ye sık aralıklarla gönderdiği mektuplardır. Namık Kemal’in kızı Feride’nin özellikle babasının eserlerini okuduğu ve bunlar hakkında fikir sahibi olduğu Ali Ekrem’in anılarından anlaşılmaktadır.”

Fatih Köse – Batı’da ve İslam Dünyasında Kitabın Tarihi

“Batı dünyasında tıpkı Doğu’da olduğu gibi kitapların ve kütüphanelerin yok olmasının en büyük sebebi savaşlar ve yangınlar olmuştur. Siyasi ve dinî savaşlar özellikle mezhep savaşları kitap katliamlarının en önemli sebepleri arasında yer almıştır. 1492’de İspanya’nın İslam toprakları koyu Katolik Hıristiyan birliği tarafından ele geçirilince Müslümanlara ait yüzbinlerce kitabın yakılıp yok edildiği bilinmektedir. 1618-1648 yılları arasında Katolikler ve Protestanlar arasında gerçekleşen savaşlarda da birçok kütüphane tahrip ve talan edilmiştir.”

“Mehmet Narlı ile Söyleşi

Mehmet Narlı ile dosya kapsamında bir söyleşi yapılmış. Özellikle eleştirel okumaya dair önemli notlar var söyleşide. Sorular: Sercan Ceylan’dan.

“İnsan üretimi olarak edebiyat neyi kapsıyor? Elbette sözü kapsıyor. Ama unutmayalım ki bilim de felsefe de sözle yapılıyor. Ama ayırıcı noktayı işaret edelim şimdi. Edebiyatın sözü bilimi de felsefeyi de kapsıyor. Söz, her şeyi kapsadığı gibi edebiyatın form olarak biçimlendirdiği duyuşlar, görüşler, sezişler de insana dair her şeyi kapsıyor. Edebiyatla felsefe, sosyoloji, psikoloji arasında kurulan ilişkilendirmeler de aslında bu gerçekliğe işaret ederler.”

“Bir metni okumaya durduğunda, oradaki düşüncelerle, duygularla, yöntemlerle konuşmaya da başlarsın. Bu tam da eleştirinin başladığı andır. Bu durumda okur olarak ortada olduğun gibi eleştirmen olarak da kendini kurmaya başladığın andır. ‘Eleştirel okuma’ dediğimizin esası da budur zaten. Ama temel şartı unutmayalım: kendin olarak okumak. (İnsan kendi olarak okuyamayabilir mi? Evet, hem de hayli mümkündür. Belki ilerde değinirim) Eleştiri öldü mü diyorsun. Ölmez. İnsanlar, olaylar, kitaplar, metinler, yazarlar, üretenler var olduğu sürece eleştiri de vardır. Dahası, her yazılan roman öbürüne bir eleştiridir. Her yazılan şiir öbür şiire bir eleştiridir. İnsan konuştuğu sürece, ötekinin eleştirisidir.”

Sevgili Mevlâna İdris ile 35 Yıl

Selman Gemuhluoğlu, Mevlana İdris hakkında yazmış. 35 yıllık dostluğun sıcaklığını her satırından anlamak mümkün. Mevlana İdris’i tanıyıp da sevmeyen yoktur herhalde. Öylesine derinden bir gönül insanıydı o. Bir dost sıcaklığında anlatmış şairi Gemuhluoğlu. Dua ve özlemle.

“Daha sonra ev yemeklerinin de yapıldığı Eski Kafa adlı kıraathaneyi açmıştı. Mütemadiyen arkadaşlarıyla birlikte olmayı isterdi. Marmara ve Erenler’den sonra bu geleneğin devamından kendini sorumlu tutmuştu âdeta. Başka türlü ifade etmek gerekirse, o yeni bir Ziya Nur Aksun, yeni bir Nusret Özcan’dı. Herkesi kucaklıyor, topluyordu.”

“Seyahat etmeyi çok severdi. Düşünüyorum da yurt içinde hiç gezmedik. Arapgir, Andırın ve Maraş’a beraber gitmeyi düşlemiştik ama bir türlü kısmet olmadı. Yabancı ülkelere gittiğimizde sabahları erkenden mutlaka bit pazarı veya antikacılar çarşısına giderdik. Oralardan uygun fiyatlara aldığı eşyaları koyduğu çantalarının bir kısmı nedense kaybolurdu.”

Hüseyin Çolak’ın İlk Kitap Heyecanı

İlk kitap heyecanının bu sayıdaki misafiri Hüseyin Çolak. Kıyıya vuran ne varsa aslında içimize vuruyor. Bu kesin. Çolak, kitabının hikâyesini paylaşıyor okurlarla.

“İlkler; heyecan vericidir, tatlı telaşları barındırır terli avuçlarında. Mektup yolu gözlemektir, gurbet hüznü, sıla özlemi çekmektir. Bir annenin ilk doğum sancısına tanıklık etmektir. İlklerin, zamanla kayıtlı olmayan tulû vakti, hatırlandıkça kalbimize kesintisiz bir süruru iliştirir. Birinin ilk’ i olmak, ilki’nin ilk’ i olmak ne denli değerli ise bir şairin/yazarın ilk kitabının da müellifi için o denli kıymetli olduğu kanaatindeyim.”

“Kıyıya Vuran, aslında hepimizin bildiği gibi Eylül 2015 tarihinde Bodrum sahillerine cansız bedeni vuran üç yaşındaki Aylan Bebe’nin hikâyesinden esinlenmiş bir şiirin ismi. Kitabın adının Kıyıya Vuran olmasında ana sebeplerden biri bu. Bir diğeri içimizde sakladıklarımızın, özenle biriktirdiklerimizin günü geldiğinde kıyıya vurması, geçici olan menzilini terk etmesi. Bir tür sözün hicreti de diyebiliriz buna.”

Fikrin Yılmaz Savaşçısı: Roger Garaudy

Roger Garaudy  hakkında yazmış Erol Çetin. Her yönüyle Garaudy’i tanımak için detaylı bir yazı kaleme almış Çetin.

“Müslüman birey güzel bakıyor, güzel düşünüyor ve güzel niyetleniyordu. Var olan her şey anlam ve değere kavuşuyordu İslâm’da. İşte Garaudy’nin hayran olduğu nokta tam da burasıydı. İslâm samimiyet diniydi. Varoluşa lezzet katıyordu. İslâm, Garaudy’nin hayallerini süsleyen her ne varsa onun gerçekleşmesini sağlıyordu. Onun için güzellik, Allah’ın kâinattaki her varlığı kemale erdiren eyleminin tezahürüydü (Garaudy, 2019:25). Kısacası hiçbir din güzelliğe böylesine bir değer atfedememişti,”

“Garaudy, sorunların farkında olan ancak sorunların içinde boğulmayan bir düşünürdü. Bu bağlamda insanlığın kurtuluşuna olan inancını hiçbir zaman kaybetmedi. Bu umudu besleyen en güçlü unsur ise İslâm’dı.”

Evin Çöküşü / Hafızanın Direnişi

Merve Şener, Mahmut Derviş’i yaşadığı dünya sürgünlükleri ile anlatıyor. Evsizlik, yurtsuzluk ve dünyanın seyyahı olarak yaşanan bir ömürden kesitler sunuyor Şener. Mahmut Derviş’in şiirinde, yazısında yer alan evleri anlatıyor.

“Mahmud Derviş, henüz yedi yaşındayken, doğduğu evi, uçurtmalar uçurduğu göğü, sokaklarında oynadığı köyünü, ailesiyle birlikte terk etmek zorunda kalır. Çocukluğunu yaşayamadan, sürgünün soğuk yüzüyle karşılaşır ve bir mülteci olmanın ne demek olduğunu çok erken yaşta öğrenir. Köklerinden koparılır, yakınlarını ardında bırakır, hayatta kalmak için Lübnan’a sığınır.”

“Mahmud Derviş’in şiirlerinde ev, tamda Bachelard’ın ev dolayımında kurduğu anlamlara yerleşir. Onun bütün şiirlerinin alt katmanında yedi yaşındayken koparıldığı ev imgesi vardır. Gittiği her ülkede, her evde, duvarları taşla kaplı olan anılarındaki o ilk yuvayı yeniden hatırlar. Doğduğu köy evini yaşamı boyunca geride bırakamaz. O ev, kimliğinin, anılarının ve aidiyetinin simgesidir.”

Yitiksöz’den Öyküler

Yıldız Ramazanoğlu – Geçip Giden Şeyler

“Anne tamam sen babanın has kızıydın. Oğullarıyla bir gün ayrı tutmamış, hakkaniyetten hiç ayrılmamıştı. Sana bir fiske vurmuşsa sonradan kendi özünü dövmemek içindi. Yemeği çayı kahveyi senden isterdi ki ataya hizmetin onuru sana kalsın. Kendisi sert söylese de kem söz eden ellere hemen cevabı yapıştırmış, seni göklere çıkarmıştı. İşten gelince cebinden çıkardığı çikolatalardan ağabeylerine ikişer veriyorsa sana da bir vermişti, bu senin kız olmandan değil, zayıf ve çelimsiz bir çocuk olarak bitiremeyip ziyan edeceğin içindi.”

“Öldü demeye utanmıyor musun? Babalar kolayına ölmez, daha mürüvvetimi bile görmedi. Dünyanın en iyi babası, arkadaşımla sinemaya gitmek için izin istedim diye dövmüştü ama alışsa mıydım o karanlık kuytulara. Babalar kızları için en iyisini bilir, beni kime verse, odur.”

Ayşe Bağcivan – Ayak İzi

“Bugün minibüste gidiyorum. Yol nasıl kalabalık ve yağmur nasıl yağıyor. Minibüsün içinde adım atacak yer yok, herkes üst üste. Kokanlar, konuşanlar, kulaklığından gelen sesin ritmine kendini kaptıranlar. Bir de teyzeler. Dik bakışlarını oturanların üzerine bırakan, kalk demeye çekinen ama gözlerini cesurca oturanların üzerine bırakmaktan da kendini alıkoyamayan teyzeler işte. Şoförün arada, arkalarda boş yer var, sesine sinirlenip söven delikanlı ergenler, onlar da var minibüste. Bir de ben.”

“Sofra da zehir oldu akşam da. Hepsi çekildi bir kenara. Hanım, kıza mutfakta bir şeyler yedirdi, odasına götürdü. Sofra hâlâ kurulu salonda. Ben koltukta oturuyorum. Dinmemiştim ama oturuyordum. Duvardaki saatin sesine dikkat kesildim. Başladım yine sıfırdan otuz dörde saymaya. Yirmi bir, yirmi iki derken hanım sesledi yine. Duymamış gibi devam ettim içimden saymaya. Yine sesledi, yanıma geldi, dikildi. Kahve yapmış, onu uzattı.”

Gülçin Yağmur Akbulut – Balkon

“Bazen insan da ikiye bölünür. İkiye bölündüm ben de. Balkondan öncesi ve balkondan sonrası. Ayrılık şafağı nasıl da soğuk, nasıl da karanlıktı. Eylüldü. Bahçemizde bulunan ağaçlar kadar çıplak, kasabamızdaki Mastar Dağı kadar yalnızdım giderken. Aklımda hâlâ balkondan el sallayan gözü yaşlı bir genç kız fotoğrafı.”

“Kızdı, suçladı. Güneşin buluta olan yansımasıydı gidişim anlamadı. Kırık bir kapı aralığından dünyama sızan ışıktı kazandığım fakülte, görmedi. Sancımı azdırdı, yaramı kanattı sözleri. Evlatlıktan reddetti. Anama ablama Şahan’ı hasret bıraktı. Çiftçi olmak yerine ünlü bir cerrah olmaktı tek isteğim. Niçin bana destek olmadı ki babam?”

“Yerimden kaldırarak sorgusuzca kendisini takip etmemi istedi arkadaşım. Issız bir patikanın dar büklümlerinde yürüyor gibiydim. Kasaba hastanesinin merdivenlerinden çıkıp koridorun en sonundaki oda kapısının kolunu çevirdi. Kalbi duran bir adama kalp masajı yapıyordu meslektaşlarım. Ölüm saati 15.00 diye bir ses yükseldi hastane odasından.”

Emame Harmancı -Saman Balyalarının Günahı

“Yol kenarındaki kurumuş tarlaları, o hastalıklı sarı rengi görmemek için gözlerim kapalı. Birkaç saatlik yoldan sonra, yarı uykulu yarı uyanık vardım ilçeye. Taziye evinin kapısında onlarca ayakkabı karşıladı beni. Avluda koşturan çocuklar, içeri girip çıkan delikanlılar, uğurlanan misafirler, yeni gelenler… Hayatta kalanlardan biri olmak bu keşmekeşi yadırgamamayı gerektiriyordu.”

“Rüyalar cehenneminde saçımdan tutup sürüklüyor beni, kimseye anlatmayayım diye de tehditler savuruyor. Saman balyalarının arasına fırlatıyor cılız bedenimi. Esmer, çirkin elleri pantolon kemerine davranıyor. Çiçekli basma eteğimin, mavi örgü yeleğimin renkleri bir bir soluyor utançtan. Sakın kimseye anlatayım deme!”

“Sızlayan yerlerimizi umursamadan eve yürüyorduk. Tenime değen ateşin izleri içimdeki çağlayanı dizginleyecekti belki de. Bilmiyordum. Ama yangının hızla büyüyen hareleri geceyi aydınlatırken bedenimden cerahat akıp gitmiş gibi duruluyordum.”

Yitiksöz’den Şiirler
Fotoğrafa bakıyoruz; Büyük Adam’ın
fotoğraftaki o büyük duruşuna; baktıkça
nasıl da çoğalıyoruz bir bilseniz: ellerimiz,
dillerimiz.. ve dillerimizden akan sözcükler
bir çırpıda gidip geliyor bin yılların ötesine;
kalkıyor kulaklarımızdaki bütün ağırlıklar
çekiliyor gözlerimizden perdeler; bir hoşluk
peyda oluyor dört bir yanımızda
biz durmadan çoğalıyoruz
ve sığmıyoruz İstanbul’a
Adem Turan

yeni bir ritim başladı ülkede
telefon kulübesinde sesini beklediğim kız
özal öldü dedi. sonra, kapattık dedi. izleyici yok dedi. yutkundum
titanik çekilmeden üç yıl önceydi
hayat ne fırsatlarla doludur bilemiyor insan
elimde üç jeton daha vardı
annemi aradım baban öldükten sonra diye bir söze girdi
seni daha çok özler oldum. üç jetonluk yutkundum
annemin ölmesine daha çok vardı oysa
cağaloğlu’ndan çıktım
Bünyanin K.

akşamı fena kesiyor trafik: çatır çutur
kaptır kendini suya ama dur kaptırma
mahalleden tanıyorum yağmuru
kupkuru yağıyor bazı insanlara
bazı insanlara halay çekiyor
bazı türkülerde zurna
zapt edilmez içteki kuyu
zapt edilmez ceylandır uzaklara doğru
Cafer Keklikçi

ve oksijen aldıkça
ve karbondioksit verdikçe
kanım deveran edip kirleniyor
ve seni hatırlayan kalbimden geçip
tekrar temizleniyor o kırmızı sıvı
seni unutmak için çırpınan
vücuduma dönüyor
tekrar ve tekrar kirlenmek için
her nefeste
Suavi Kemal Yazgıç

şehre uzaktık dağlara yakın yankısı bol
tenhaları toplayıp gölge yapardık başımıza
atların en güzelini sayıklardık dereden geçerken
balık tutardık sonra salardık ellerimizle usulca
Yunus Emre Altuntaş
Durun dinlenin biraz dakikalar
Ana tutunmalıdır biraz da
Bir tren istasyonuyum evet
Trenlerin terk ettiği
Vedaların yıllarca kirlettiği
Ve biliyorum ki
Durmuş bir saatin hüznü, üzerimdeki.
Seher Özkök

bil ki
her iltica senin feleğindir
illa ki iyidir sükûtla sükûn
sarıl iç sütununa /yıkılma
Ol’u bulmak mutlaka diriliştir
Yasin Mortaş

Gazze…
Adın ağıt gibi titrer dudaklarda.
Her kurşun bir çocuğun rüyasını deler,
Her patlama bir annenin yüreğini.
Ama yine de umut büyür sende,
Bir zeytin dalının inadıyla.
Her çocuk bir çiçek,
Her çiçek bir dua.
Süleyman Çoban

Biraz yeşeren dalımızı kırıyorlar
Biraz güneş gören penceremizi
Gülü dikeniyle dostu derdiyle seven
Kalbimin eski perdeleri savruluyor
Miğferleri kaybolmuş ateş böcekleri

İçimize sızarak akıp giden zaman
Buradan sen mi geçtin
Dağı yontarak bir heykel yaraladın
İbrahim Gökburun

Kaynak: https://www.mustafaucurum.com/haziran-2025-dergilerine-genel-bir-bakis-4/?sfnsn=scwspwa