ERDEM BAYAZIT ŞİİRİNİN ÖNERİSİ

“Nuri Pakdil’e”

Beton duvarlar içinde bir çiçek açtı

Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında

         direnen insanlığın

Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak

Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana

O inanmışlar çağının.

 

Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer

Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde

Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz

Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.

 

Gün doğar rüzgâr eser bulut dolanır

Rahmet şarkısı söyler yağmurlar

Alnınız en soylu isyandır demir külçelere

Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar

Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.

 

Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı

Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin

Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin

Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların

          tüy renkli sıcaklığı.

 

Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller

beldesinden

Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası

Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden

    rüzgâr

Ey âlemi donatan ışık toprağa can veren el.

 

Gün olur toprak uyanır uyanır böcekler

Sarı bozkır titrer çıplak dağlar yeşerir gök yıkanır kirli

     dumanlardan

Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler

Yemyeşil bir rüzgâr eser yıldızlar arasından.

 

Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü

Çatlayacak yalanın çelik kabuğu

Sizin bahçenizde büyüyecek

Aşkın ve inancın güneş yüzlü çocuğu.

 

Güzlek, 1966


1

Erdem Bayazıt, Yedi Güzel Adam’ın bey fıtratında doğanıdır. Onun tavırlarındaki asil duruşu burada aramak gerekir. Ondaki şiir damarı; gönlünün derinliğinden, vermek hep vermek için, dağıttıkça çoğalan bir zenginliğin evreninden süzülüp gelmektedir. Bundan dolayı şairin söz divanında aşkın bir adı da berekettir.

O;

Hırada bir mağarada

Gözden döküleni

Gönülden geçeni

En iyi anlatan olmak tutkusuyla kavrulmuştur. Yeryüzü çilehanesinde, göğsünde çiçekler mayalansın diye eylemler büyütmüş, er kişi edasındaki her ruhun, uzansak yerin altına ve toprak olsak dileğini göğsünden ayırmamıştır. Ömür saatini, günü geldiğinde sevgilinin ebedi davetine başüstüne demeye ayarlamıştır. Bir komutla işleyebilen hayata artık hazırım diyebilme istidadındaki şair, düşüncesini;

Ne apartmanlar

Ne surları kalelerin

Ne beton yığınları

Ne demir kütleler

Ne binbir türlü bahaneler

Ne de zavallı hükümdarların buyrukları

Yolumu kesebilecek değil!

meydan okumasıyla noktalamıştır. Çağın getirdiklerine gözü kara reddiyeler sunarak, nesnelerin insan hayatını didikleyen hücumları karşısında dimdik yaşamayı seçmiştir. Bin bir bahaneyle piyasasına güç katan modernlik kasvetine bağrını açmamıştır. Apartmanların, demir kütlelerin, beton yığınlarının, insana buyruklar yağdıran zavallı hükümdarların, insanın yolunu kesebilecek güçte olmadığını haykırmıştır.  Sadrında, hayatın dengesini elinde tutan sonsuz iradeye sığınmak inancını yürütmüştür. Secdelerle aşılanan başakların toprağına ilerlemiştir hep. Aşk burcundan;

Çıktım yola

Artık bir leyla var

Demek istediğim bütün leylalar

Yani bir de yalnızca sen varsın

Herbirimize özel ve herkese rahmet

Artık buyruk senin hayat sen

Doğmadan önce sen ölümden sonra sen

Arada hep sen!

 

Al beni Rabbim

Çöz çoğalt beni

Bütün yarattıklarınla bir kazanda kaynat beni

Aşk girsin yürürlüğe diyerek,

 

Yeryüzünde ve gökyüzünde

Hayatın bu yüzündeki ve öte yüzündeki söz sahibinin sevgisini taşımıştır kalbinde. Ondan başka her şey yok olacak olanın muhabbetini istemiştir. Kendisine; okuyla, yayıyla, yaylasıyla bizim olan gerçek Leyla’dan başka bir sevgili aramamıştır. Daha hayatının baharındayken;

Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım

Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım

gerçekliğini ayırt ederek Leylasız geçen zamanların yaşanmamışlığı sonucuna varmıştır. Bu fark edişin ardı sıra;

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

dizeleriyle ölümü kabullenişin, ölüm karşısında yılgınlığa düşmemenin esaslarından olan, ölmeden önce ölüme hazırlıklı olmayı inanç ilkesi yaparak ölüm düşüncesini hiçbir zaman başucundan ayırmamıştır. Günümüz insanını irkilten ölüm realitesinin, ölümden sonraki hayatta dirilişin ilk basamağı olduğuna inanıp öz kişiliğini sarsıntılardan korumaya azmetmiştir. Mütemadiyen insanlığına mukavemet alanı oluşturma çabasından kopmamıştır. İnsanı öğüten habasetlerin değirmenine tav olmadan yaşamıştır. Fırtınalar karşısında, inanç ateşini muhafaza edecek sevgiliye bağlılığıyla;

Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden

İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden

 tercihi doğrultusunda modernleşme pratiğinin bağsızlaştırdığı, boşluğa itelediği günümüz insanına bağlanmanın insanı kalpten kuran, onun ruhunda dirilik ve diriliş tohumlarını filizlendiren güneşini işaret etmiştir.

Şiiriyle; çağımız insanını, zamanın ruhunu okumaya, gelişigüzel pazarlıkların ateşten havzasında toplanmamaya çağırmıştır. Evrensel hakikatin insan kalbini yumuşatan tekniğiyle vicdanını kaynaştırmak ustalığına yabancılaşmadan yaşamıştır. Kalemini, çağlar ötesinden bugünleri aydınlatan ayetlerin, günün dili ve duyarlığıyla şerh edilmesine adamıştır.

Anadolu’nun tok, delikanlı, yerine göre isyan şiirleri bilen sesini yüreğinde tartmış; hasret, gurbet ve hikmet burçlarında yetkinleşerek ellerini dünyada ve öte dünyada hesabı görülecek defterlerin ağartılmasına ödevlendirmiştir.

2

Birazdan Gün Doğacak şiiri, Erdem Bayazıt’ın şair tavrının kökleşeceği istikameti işaret eder. Şairin dünya görüşü, hayata, sanata bakışı bu şiirle vuzuha kavuşur. Beton duvarlar içinde açan çiçeğin yörüngesinde yaşamak tutumu belgelenir böylelikle. Söz konusu çiçek, çelik dişliler arasında direnen insanlığın sembolüdür. O çiçeğin saçlarıysa ıstırap denizinden bir tutam başaktır. O; inanmışlar çağından günümüze alametler taşıyan, yaşama ustalarının, düşünce ustalarının yorumcusudur. İnsanı, bozgunların hummasından çekip çıkarmaya uğraşır. Şaire göre, şiirde simgeleşen çiçek/kahraman Nuri Pakdil’den başkası değildir. Bundan dolayı Erdem Bayazıt; şiirini, düşüncede/sanatta/edebiyatta öncüsü Nuri Pakdil’e ithaf eder.

Şair, tutarlı bir tavırla insan onurunu iplemeyen demir külçelerin gramerini bozmaya sözleşir. Gönlünü, rahmet şarkısı öğreten yağmurların bestesine açar. Esen rüzgârdan, bulutlarla inen rahmetin ahenginden güzellikler devşirmeye durur. Altınçağ habercilerinden aldığı dersle tabiatın gelişimini kavramak zarafetini yükler şiirine.

Erdem Bayazıt şiiri; güneşin, göklerin, yıldızların, toprağın, dağların, ovaların, ırmakların, ağaçların, çiçeklerin, börtü böceğin varoluşsal atılımıyla vücut bulur. Şairin zihin dünyasında; tabiatı oluşturan varlıklar, varoluş gerçeklikleri düzleminde yer alır. Onun şiire yaklaşımında, romantizmin gelip geçici ilhamlarından duygulanışlar yankılaşmaz. Şiir peteği; içte balkıyan aşkların, umutların donanmasıyla örülür.

Şairin, şiire bakışını tabiatın içinde tabiatla birlikte olmak ideali belirler. Onun şiirlerinde tabiat; saflığın, fıtratın, öz hakikatin tecellisi olarak karşılık bulur. Ruhların evvel zamanındaki bozulmamışlığa tekabül eder. Onun içindir ki; şairin şiirler toplamında tabiat, âşıkane canlılığı ile tablolaşır. Sebeb Eyle şiirine nida ekleyen şair;

Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur

Emer emer emerler toprak anayı

O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayı

Yeşil hayat kırmızı hareket sarı sabır emerler

Ve beyaz iman çizer sesini

Tamamlar kavisini

 

Sebeb ey.

diye ünleyerek dikkatleri, tabiatın hayatı zenginleştiren fotoğrafına çevirir. Şiir okuruna, toprağı iştahla emerek büyüyen bitkilerdeki canlılığı gösterir. Merhamet anıtı annelerle, toprağın çocukları arasında ihsan şelalesi üzerinden bir bağlantı kurar. Dünya hayatının süsü çocuklarla, hayatı güzelleştiren inanç çizgisinin kıvama erdiği hakikatini ortaya koyar. Şimdiki zaman insanına; tabiata ilgisizliğinin, tabiattan uzaklaşmasının nedenlerini sorar. Şiirdeki sebeb ey çağrısıyla bu ilgisizliğe sebep nedir der.

Sanayileşme çağı sonrasında oluşan kentleri; emeğin, alın terinin, tabiatın göçertilme mekânları olarak algılar. Bakışını; aşka, inanca, toprağa ve insana veda çizgisinde tebellür eden modern kentlerdeki karmaşaya odaklar. Modern tasavvur mucibince şekillenen kentlerin bir ulu rüzgârla savrulması dileğinde bulunur. Böylesine bir yaklaşım; onda, kuru bir söylem olmaktan öteye kesin bir tavır olarak okunur. Bir hakkın teslimi biçiminde billurlaşır.

Erdem Bayazıt; yaşadığı çağın yokluklarını, bunalımlarını, merhametsizliğini derinlemesine kavrayarak şirini yazar. Çağın; kuşkular üreten, insan beyninde karıncalanmalar döndüren yanlışlığını yargılar. Modern yapılardan, yollardan, sokaklardan, suların borulara alınmasından, kolayına yaşamak sanılan düğmelere basarak yaşanmasından tiksinir. Teknolojinin çıldırtan kalıplarına girmemek için bilinçle donanır. Modernliğin taarruzuna uğramamış topraklarda yaşamak isteğini dile getirir. Modernlik afetine maruz kalmamış olan Afrika’ya gitmek dileğini şiirleştirerek;

Sonra bir çağ geldi/baktım kafamda karıncalar vardı/

sonra yapılardan yollardan bıkmıştım/ıssız

sokaklar beni ürkütüyordu/kötü meydanlarda

boğuluyordum/suları borulara almalarına

kızıyordum/hele hele hep düğmelere basıp

yaşamalarına çok çok içerlemiştim/sonra

kalkıp afrikaya gittim/ohh afrikaya.

der.

İnsanlığın; kuşkunun, korkunun, albastıların üreteni mekânlarda yaşamak mecburiyetinde bırakılışına muhalefet eder. Tabiatın işleyen saatiyle hayatı bütünleştirmeyi ilkeleştirir. İnsanı, teknoloji karabasanının dışında durmaya ödevlendirir.

Şair, çağ içinde haksızlığa uğrayanların, emeğinin karşılığını alamayanların sözcülüğünü üstlenir. Karaderilisiyle, Kızılderilisiyle, Vietnamlısıyla, Çekoslovakyalısıyla, Polonyalısıyla, Bosnalısıyla, Çeçenistanlısıyla, Afrikalısıyla yeryüzü insanlığının sorunlarını gündemine alır. Şiirlerinde, şarkısını bizlere emanet bırakan çocukların kederini, umudunu resmeder. Herkesi, dirilişe bir önsöz olan çocukların sesini duymaya çağırır.

Erdem Bayazıt, yaşadığı sürece varlık bütününün algılanmasına katkı sağlamakta titizlenir. Yaşamak sanatını bozguna uğratmamak aşkına Anadolu’ya, Afganistan’a, Taşkent’e, Semerkant’a, Buhara’ya, Kırım’a, Türkistan’a, Bosna’ya, Mekke’ye, Medine’ye, Kudüs’e, Sina Çölü’ne, Tur Dağı’na, Senegal’e, Bağdat’a, Amerika’ya, Misiori’ye, Missisipi’ye, Avrupa’ya, Paris’e, Londra’ya,  Las Vages’e, Roma’ya şiirden yolculuklar düzenler. Buralarda gördüğü yüzleri, pazarlıkları, kıyımları, kırımları, sömürgenleri, kemirgenleri, sürüngenleri irdeleyerek, şiirine memleketinden insan manzaraları yerleştirir. Coğrafyanın yaşanılan ve terk edilen topraklarından sağdığı duyarlıkla şiirini örmeyi amaç edinir. Bitip tükenmeyen seferlerden biriktirdiği duyuşlar, duygulanışlarla bilincini donmaktan korur. Lirizmin şiiri gencelten nefesinden incelikler devşirir.

Şiirini, öz ülkesi hakikatin anlaşılmasına katkıda bulunan kandillerin yaşantısından damıtılmış ilkelerle yoğurur. İnsana, yer toprakta aşk ile yürüyebilmek inancını önerir. Ona göre aşkın bir adı da yorulmamaktır çünkü. Örselenmemiş tutkuların atını, ebediyen koşturmaktır dünyada.

Bu noktada; şiir atı, şairin biniti olur. Başkaca bir şeye ihtiyaç duymaz. Çelişkilerin kapanına av olmamak için çırpınır. Kelimelerin gücünü kavrayan bir yürekle çarpılmışlıkları gündemine alır. Evren’in Efendisine ithaf ettiği;

Dünyanın ağırlığına eklesek yıldızları ayı güneşi

Gene de ağır basarsın ey kalbim ey kalbimin güneşi

dizeleriyle sevginin odağını işaret eder. İnsanlığın temel yitiğinin sevgi olduğunu kelimelere giydirerek, özünde sevgisiz zamanları barındıran bireyci/seküler/hedonist tutumların insanîliği eksilten yanını sorgular. İnfak eksenli görüş açısıyla çağın hastalıklara kamaşan tilkiliklerinin kaydını çıkarır. Hayırda yarışmak prensibine sımsıkı yapışır. Her bakımdan sen olmasaydın felekleri yaratmazdım kelamına açıklık getirir.

Şiirini, dağları dalgalar yoğuran aşkın hazinesinden damıtır. Aşkın odağı vakitlerin aynasından, hayatı yorumlamayı benimser. Bütüncül anlamda; şiir okuruna, hayata içerden dokunan seçenekler sunar.

Zamanın ruhunu yeni baştan tanımlayan bir özne olarak zaman parçacıklarını günlerin potasında pişirir. Hakikate kalbini açanlara, el değmemiş bir gönlün verimini sunar. Yalnız kalbi vardır hüznü olanın bilinçliliği içersinde;

Gamdan dağlar kurmalıyım

Kayaları kelimeler olan

Kırk ikindi saymalıyım

Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma

Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından

Baştan ayağa ıslanmalıyım

Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.

dileğini eksiltmez kalbinden.

Emperyalizmin kızılına ve karasına tav olanları dünyasına ortak etmez. Özgün, özgül yürüyüşünü ifsat edecek kımıltıların süksesinden zihnini korur. O;

Yaratıp imtihan edene

İmtihandan geçirip zafere erdirene

Bilinçleri bileyip sabırlar verene

hamd etme makamında yaşar hep.

Kalemin yazmak sorumluluğunda olduğu meseleler Erdem Bayazıt şiirinin tartışılamaz konusudur. Bundan dolayı şair; kalemini, kimseye kiraya vermemek idealinin yılmaz savunucusu olur. Kalbini, başkalarından aşırılmış duyarlıkların dolaşımına ipotek ettirmez.

Şiirini; kalemşorların gelişigüzel vadilere dalıp çıkmalarına aldırmaksızın huzurun, saadetin, insan ruhunu incelten yaşantıların ovasından besler. Onun şiirlerinde; umutsuzluğun, karamsarlığın paranteze alınma nedenlerini inandığı ilkelerde aramak gerekir. O, sorularla soruştururken de yargılayıp hüküm verirken de bağlandığı ilkeleri göz önünde bulundurur. Atını, yaşama deneklerinin şaşmaz aydınlığında sürmek ister daima.

Şair olarak; şiir evini, evrensel olanın diyarına kurar. Reel politiğin hücumlarını püskürten iç gözüyle varlığı yeniden tanımlar. İç dünyasında zenginleşen şair için bir var oluş yoklamasıdır bu. Rastgele söz avcılıklarına kalbini açmadığının kanıtıdır. Şairin, haksızlıkların örsüne perçinlenmemek arzusunun belgesidir. İnsan oluş bilgeliğindeki tutumuna yabancılaşmama iradesinin açığa çıkışıdır. Çağın, insan ruhunu görmezden gelen tutumuyla, Erdem Bayazıt’ın kavgası ilânihaye devam eder.

Modern hurafelerin; insanlığa veda noktasını öneren yaşantı tarzına karşılık şair, insan olmanın, insanlığı kucaklayabilmenin yöntemini araştırır. Şiirin el verdiği imkânlar nispetinde, her türden teknolojik salgıya karşı korunaklar inşa etmeyi ilke edinir. Kavgasını, insanın yalın hâlinin ifadesi olan şiirle anlatır. Güzelliği temaşa etmek arzusundaki ervahın, yurdundan ayrılışını ifadelendiren yakarışların dergâhına iltica eder. Çünkü yalnızlığıyla baş edebilmek konumundaki insanın kendine güven veren iradeye yönelişi, sevgi dilinde bedenleşerek dua formunda açığa çıkmaktadır. Şiirin bir damar hâliyle kesintiye uğramaksızın bugünlere kadar var oluşu başkaca nasıl açıklanabilir?

İstikrar hâli; Erdem Bayazıt şiirinde, şairin, evsizliği reddetme eylemidir. Bir inançta var olmak, bir toprağın kokusuyla senlibenli yaşamak bilinçliliği şairin bir evinin bulunduğuna delalet eder. Temelde, hikmeti, öz yurdu edinen bir şair için evsizlik durumundan söz edilemez elbette. Ancak elde edileni yitirmemek için, şair söz sultanlığını terk etmez. Her gelen gün yeni şeyler söylemeye devam eder.

Şairin görüş açısıyla; modern zamanlarda türetilen gerçekliği tersyüz etme sayrılığı, bir yönüyle insanı evsizleştirirken, diğer yönden de onun metal bloklar arasında yitmesine zemin hazırlar. Âdemoğlu, insanlığını neredeyse kentte bir eskici dükkânında arar hâle gelir. Çelik ve çimentodan oyuncakları öz gerçekliğinin yerine ikame eder. Vicdanı devreden çıkartarak geçmiş zamanların arkaik malzemesi hâline getirir. Materyalist görüş açısını manevi olana tercih eder gitgide.

Sonuçta insanın kendi eliyle ürettiği gerçeklik tutkusu, her bakımdan kendi sonunu hazırlar. İnsanda, kendi ölümünü hazırlayan varlık olabilme yarışı hız kazanır. Doğum ve ölüm olağan seyrinin dışına taşınır. Böylelikle her doğumun bir mucize olduğu hakikati unutulur. Ölmek fiili, öldürmek eylemiyle eşitlenir. Âdem’in çocukları, insanlığından utanmaya kanıksar. Teknolojik/mekanik dayatmanın dışında kalabilmek neredeyse imkânsızlaşır.

O, insandan umut kesilmeyeceğine dair inancıyla şiirini söyler. Şiirlerinde, insana sarahaten neyi kaybettiğini hatırla der. Tarihten yalıtılan insanın güncelin parçacıkları arasında kayboluşunu soruşturmaya odaklaşan kalemiyle şiire yaklaşımını vuzuha kavuşturur. Şiirde, metafizikçi ve ruhçu tutum alışı benimser. Kente karşı; yaşanmışlığın adresi olarak, şehri öne çıkarır. İnsanın ellerini, kadife gibi ellerin varlığını, evleri, evlerin sıcak odalarını, sığınacak yatakları, yürekleri yumuşatan bayram günlerini, tüm olmaya erişilen camileri gündemine alarak;

Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede

Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede

Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin

Sığınacak yatağımız olurdu bu bizim yatağımız derdik

Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı yüreklerimiz

Camilere dolardık tüm olmaya ererdik

Biz vardık şimdi o biz nerede

sorusuyla kaybedilenlerin soruşturulmasında ısrar eder. Her bakımdan geçmişin mutlu yaşanan zamanlarına, mekânlarına bakmayı, bu mekânlardan esenlikler devşirmeyi önerir insana.

3

Erdem Bayazıt şiirinin iç ahengi, sesin hayret makamından güç alır. Hüznün ve acının hoyrat okyanuslarına açıldıkça genişler. Bir türküden, bir şarkıdan kotarılmış bir ahenk olarak gönle dokunur. Giderek kişiyi insanlığıyla yüzleştirecek gerçekliklerin yol göstereni hâline gelir.

Bir tamburdan, bir kavaldan, bir neyden yükselen içli sesin şiiriyle insanîlik bir yerde kaynaşır. Zamanın idrak incisi olan bu ses, en saf haliyle şiir okurunu kalpten yakalar. Onun içindir ki Erdem Bayazıt şiirinde, bir bey zarafetinin dip dalgalarıyla aşkın sadağında saf tutan bir kalbin rikkati devridaim eder. Hakkın, hakikatin güzergâhına yönelenlerin düşüncede, duyarlıkta yol azığı olur.

Şairin; Fuzuli’den, Dadaloğlu’na, Köroğlu’na, Mehmet Âkif’e, Necip Fazıl’a, Nazım Hikmet’e, Ahmet Arif’e, Sezai Karakoç’a uzanan beslenme kaynaklarına bakıldığında, Erdem Bayazıt şiirinin düşünce/ses yönünden zenginliği fark edilir. Şairin şiir hafızasını kuran düşüncenin; eşyalaşmanın, haksızlıkların, ihanetlerin, yoklukların ve aşksızlığın soruşturulması olduğu görülür. Sayılan özelliklerinden dolayı ey seslenişine karşılık arayan bu şiirin pest perdeden doğması beklenemez.

Yaşamak umudunu çoğaltan seslerin, yüzyılların çeşmesinde durulanarak geldiği gerçeğinden hareketle Erdem Bayazıt şiirinin son dönem Türk şiirinin erkek sesi olduğu sonucuna varılır. Onun içindir ki şairin delikanlı sesi gür bir perdeden insan ruhuna işlemektedir.

Yaşama uğraşındaki insanın canhıraş gayretleri ondaki umudu kamçılamakta, umutsuzluk damarını kurutacak güzel eylemlerin yaygınlaşmasına azmeden şairin sesiyle sözü bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu durum insanoğlunda parçalanmaz bütüne doğru koşma heyecanını doğurmaktadır.

Bu yönüyle şiir okuruna bir andaç olarak kalan Erdem Bayazıt şiiri; yalanın çelik kabuğunu çatlatacak, müjdenin kurşun yükünü taşımak dersindeki aşkın ve inancın güneş yüzlü çocuklarına umut telkininde bulunur. Kesik danslar karşısında oyunlardan geçirilmektense kesintisiz aşka çağrılır insanlık.