BİR ŞİMDİKİ ZAMAN ŞAİRİ: ÂKİF*
/Akif’i gördüm dün,
Büyük, içten inatlarla!
Yürüyordu kavganın ortasına.
Kalbinde istiklal ve istikbal aşkı,
Gümrah ovalarında gezinerek rüyanın,
“ Asım’ın Nesli” diyordu,
Beklenen nesilmiş meğer.
Yeter, gelsin artık.
Bedir’in aşkı öğreten çocukları,
Çalışsın, kalbin kalbe değmeyen yamacında.
Ferhatlaşmak isteyen sularla,
Gönlün güzeleylem işlemeyen söküklerini diksin./
Hayat; inançla kurulur.
Kavgalar da inanç ateşiyle, inadı olmakla kazanılır evvelemirde.
Söz inadını yitirenler; menkıbesini de kaybederler! Sessiz kalakalırlar ortalıkta. İnkârlarıyla, sükûnetleriyle oynaşırlar daima.
Yakıcılığını duyamazlar, hikâyesiz oluşun! Gelişigüzel serpilirler yeryüzüne! Kaybettiklerinin, kaybedeceklerinin sızısını hissetmeden! Bir ölü haliyle, sımsıkı yapışırlar sanrılarına. Bilemezler, tarihin menkıbesiz kalanların hurdalığına dönüşeceğini! Temyiz melekelerini körelten hovardalıklarıyla saklambaç oynarlar ebediyen.
Akif’te; yaşamak azim ve kararlılığı olağanüstü bir vakıadır. İnsanı imrendirecek boyutlardadır: Hayata tutunuşundaki kesin, keskin kararlılığı! O’nun bakışıyla; umursamazlık, toplumsal belleğin darmadağın edilişidir. Ahlaki olanın, insani olanın iplenilmemesi girişimidir. Yolkesen haramilerle omuz omuza durmaya adanıştır. Titizliğin eksiltilmesini yel yepelek kabullenmeye yatkın hale geliştir. Yârin kapısında bekleme gözü pekliğini göğüslemekten kaçıştır. Sorumluluğun; insanı yücelten kıvamını göremeyiştir. Felaketlere kapı aralayan fitnenin yayılışına davetiye çıkartmaktır. Bütüncül bir görüş açısına duyargaları kapamaktır her yönüyle.
“Safahat”taki şiir toplamı okunduğunda; şairin miskinliğe, umursamazlığa, unutkanlığa, hafızasızlığa, umutsuzluğa savaş açtığı görülür. “Yaşamak Umurumdadır” diyen şairin söyleyişiyle; maziden ödünç alınan incelik çakışır bu noktada. Geçmiş zamanla, şimdiki zaman arasındaki bağın koparılmışlığı sona erer. Boşu boşuna üretilen ütopyaların mutlaklığı kalkar yürürlükten. Bugünü doğurmayacak, geçmiş zaman aynaları kırılır. Dünle bugün dirsek dirseğe çalışır. Parçalanmış zaman algılayışı yerine, bütünleşmiş zaman algısı girer devreye. Haktanırlığın pörsümeyen sözlüğü işleyişine başlar tabiatta.
O’nun şiirlerinde; kuşatılmışlığın affedilemez çentikleriyle yüzleştirilir kişioğlu. Ezeli ilkenin yön gösteren pusulasına dönerek varoluş sorunsalını araştırır. Devinimsizliğin, ataletin buzullaştıran afetinden kaçışır. Yıkıntıların kurtçuğu bilinmek yerine, özgünlüğün has bahçesine sığınır. Güvelerce kemirilen özerkliğinin kavrayanı olmaya çağrılır.
/Canı pahasına katıldığı savaşlardan; çelikleşen tutkularıyla döner Akif. Yol arkadaşlarının, yön arkadaşlarının sıkıntılarını, ekmeğine katık eder. İnançsız bir yüreğin, sineye yük olacağını haykırır. Yesin sonunun olmadığını, olsa bile sonunun hüsrana varacağının kaydını çıkartır. Davasında insan olana; çalışmayı öğütler. Ataletin, fıtrata düşman olanların mesleği olduğunu geçirir bildirgesine.
En büyük hasmı olan umutsuzluğu kovmanın gönenciyle yaklaşır yapacaklarına. İlmin kıymetinin; pratiğe aktarılmakla değerleneceğine inanır. Niyetlere göre, insanın eylemlerinin anlam kazanacağının bilincindedir çünkü.
Tefrika girmeden millete; bozgunların sinsi akıntısıyla mıncıklanmayacağını görür. Geleceği karanlık görerek; azmi elden bırakmanın, alçakça bir ölümü seçiş olacağını dikkatinden kaçırmaz.
Milleti yeise sürükleyen felaketlerin; görev bilincine yabancılaşmakla ilişkilendirilebileceğinin ayırtına varır.
Dünya elindeyken çalışmayı öğütler âdemoğullarına. Gamsız, kedersiz, tasasız insanlar için yaşamanın bir eğlenceden ibaret bulunduğunu, duyarlı insanlar içinse, yaşamanın bir işkence haline dönüştüğünü zapta geçirir.
İnsanın gayesi için; bin çalışıp bir kazanmasının yetebileceğini ilkeleştirir. İnsandan geriye eserinin kalacağını, insanın eseriyle hatırlanacağını, kendinden sonraya eser bırakmayanın çarçabuk unutulacağını söyler açıktan açığa./
Mehmet Akif; bir şimdiki zaman şairidir. Çağının çetrefil sorunlarını enine boyuna kavramayı deneyen bir gelecek zaman işaretçisidir. Ufuklarda destanlaştırılacak arzularını seslendirmiştir hep.
Özel itina göstererek, hassasiyetlerini yitirmemeye akitleşmiştir. Sürüp gelen çağların, oyun kuran çetelesini sergilemiştir önümüzde. Döneminin şartlarını içten bir okuyuşla analiz etmeye yönelmiştir. Yaşadığı zamanla bağını, bağlantısını kopartmamaya titizlenmiştir. Zaman dışılığa itelenmemek için; görüş açısını keskinleştirmenin yolunu, yordamını araştırmıştır.
Varoluş sancısını çeken bir benliğin sürdürücüsü kalakalmayı içselleştirmiştir. Sinsi oyunların dalaveresine iliştirilemeyen yüreğiyle, güzel elinde yoğrulmanın lügatini bulmuştur. Serseri akıntıların hokkabazlığına ulanmamıştır.
Hayatını; yeryüzünü nefeslendirecek dostlukların ikamesine adamıştır. Vefanın, sadakatin, paylaşmanın gönül gören yamaçlarında gezinmiştir. Haksızlıkların töresini bozmak akdine yabancılaşmamıştır.
Yaşayan kelimelerin, ete kemiğe bürünen hâl dilinin konuşanı olmuştur. Savrulmalara karşı, birlikteliğin şelalesinden gidermiştir susuzluğunu. Kör gidip yol giden bilinmezliklere eklenmemiştir. Çalışmanın, bir şeyler üretmenin gerekirliğine olan inancıyla seçkinleşmiştir ufkumuzda.
Çağcıl yaklaşımlarıyla; çağını yeniden okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya ilişkin tasavvuruna bigane kalmamıştır. Yenik düşmemiştir, gündelik bakış açısının öğüten değirmenine.
Hakkı, hakikati, hakkaniyeti sağanaklaştırmanın sorumluluğunu üstlenmiştir. Millet benliğini kıvandıracak haykırışların sözcülüğünü yapmıştır. Çizgisinin doğuranı bilinmiştir, zorbalığın her çeşidini reddeden rikkatiyle. Yüzyıllar boyu değiştirilemeyen, bundan sonra da değiştirilemeyecek olan insani durumları didiklemiştir şiirlerinde.
İnceden inceye hesaplamıştır; söylediği, söyleyeceği her sözün vebalini. Sorumlu bir entelektüel bilinciyle hareket etmiştir. Çileli bir ömrün yaşayanı kalmaktan gocunmamıştır. Tahammül sınırını zorlayan güçlüklerle karşılaşsa da vazgeçmemiştir doğru bildiğinden.
Sabır sınırını zorlayacak yolculuklara çıkmıştır. Zamanının tanığı olmak pahasına; Asya’yı, Afrika’yı, Balkanlar’ı, Avrupa’yı yakından tanımıştır. Yolculukları, O’ndaki coğrafya bilincinin besleyenidir. Seyahatleri, amaçsız olmayıp tarihsel ve kültürel keşiflerin iç dünyasındaki dinamikleri yakından görmeye dairdir.
Bir maceraperest tutarsızlığıyla dolaşmamıştır gittiği, gördüğü yerleri. Gezileri; ilerlemeyi, kalkınmayı tetikleyen unsurları içeriden biri edasıyla kavramak içindir. Yüreğini ekleyerek yaptığı yolculuklardan istediği sonuca ulaşmıştır. Çalışmaya, çabalamaya, didinmeye yönelten yaklaşımıyla Akif; günümüzün önceden okuyanı, kavrayanıdır.
Terakkinin; pespayeleşen bir zihinle gerçekleşemeyeceğini, millet hafızasının sorunlara çözüm üreten bir akılla yeni baştan kurulabileceğini dillendirmiştir. Buradan hareketle Akif; millet vicdanında yankılanacak bir dilin kâşifi olmuştur denilebilir.
Kelamı, inceden inceye ölçüp tartarak yazmıştır yazılarını. Her söylenenin, her yazılanın hesabının bir gün görüleceğine olan inancıyla, ufkumuzun kutup yıldızı bilinmiştir. Söz konusu nedenlerden dolayıdır ki; Mehmet Akif’in yazdıklarında belirsizliğin gündemi yoktur.
Elbette yaşadıklarının payı büyüktür, böylesine apaçık bir söyleyişi tercih etmesinde. “Dili aynı, vicdanı aynı, acısı aynı, sevinci aynı, inancı aynı, kültürü aynı, tarihi aynı, kökeni aynı” olan nesillerin buhranını eşelemek vazgeçilmezidir çünkü. Bundan dolayı garbın afakını saran çelik zırhlı duvarda; iman dolu göğsüyle gedikler açmak kararlılığının öncüsüdür O.
Bir yandan matbuatla uğraşırken, diğer yandan da cephenin önünde yürüyen eylem adamlığını birleştirmiştir. Yazıyla, eylemi içtenlikle kaynaştıran yoloğlu olabilmeye inandırmıştır kalemini.
Çağının; dehşete açılan karartmalarına lakayt kalmamıştır. Bozgunlarla kucaklaşan coğrafyanın ufalanışı; O’ndaki hiddetin kayıtsız şartsız uyaranıdır. Sanatçı mizacının da kazandırdıklarıyla, güncel olanı, değişmez olanla yedirerek iç evini zenginleştirmiştir. Oylum oylum kabaran istiklal istencinin, istikbal beklentisinin burçlarını tırmanmıştır.
“Safahat”ı kaybedilmiş vakitlere, yitirilmiş topraklara, dağılmış millet bütünlüğüne, yağmalanmış coğrafya zenginliğine, nasıl karşı durulacağının işaretleriyle doludur. Alelade bir zihnin hezeyanı olmayıp, inançlı, vakur, kararlı, kendinden emin bir aklın ilmihalidir.
Dildeki, dille oluşan düşüncedeki hassasiyeti O’nun çağdışı olmadığının reddedilemez kanıtıdır. Yerel olanla, evrensel olanı aynı potada pişirerek; döneminin vicdanı olmuştur. Yüreğini kanatan işgalleri, zulümleri, ihanetleri sorgulamıştır hep. Özgürleşme istencinin kıvılcımını tutuşturmuştur Anadolu’da. Millet olma sorununun, özgürleşme sorunuyla doğru orantılı olduğuna inandırmıştır varlığını.
/İşgallerin kahreden alaborası içersinde; gelişmenin, yetkinleşmenin anlatıcılığını üstlenmiştir. Garptan gelenin; şarkın ruhunda derin yaralar açtığını açıklamıştır olabildiğince. “ Mahalle Kahvesi”nde miskinleşenleri uyarmış, garbın ilmini almayı, ahlakını almamayı teklif etmiştir. Tarih bilincini uyandırmak için; kendisinden önceki zamanlardan örnekler vermiştir anlatılarında.
“Köse İmam” tiplemesiyle öykünmenin, öykünmeciliğin, kişiliksizleştirmenin kahreden dalayışını aktarmıştır. Sünepeleşen algı dünyasının; yenibaştan çatılmasını duyurmuştur milletine.
“Asım’ın Nesli” bir gelecek zaman yorumudur her bakımdan. Geçmiş zamanların tanıklığına çağrılır şimdiki zaman. Toprağı bayındır kılan medeniyetin doğuranları; yaşanan zamanın dökülmüşlükleriyle kıyaslanır. Uygarlığımızın temel besleyenlerine dikkat çekilir. Kendine yetebilirliğin, kendisi olabilirliğin imkânları eşelenir. Medeniyetleri kuran temel öğenin; imanla, inançla izah edilebileceği savunulur.
Tarumar edilen ruh dünyasının kurulabilmesi imkânları haykırılır. Tarihsel olanla, günübirlik olanı harmanlayarak; çağla hesaplaşmanın dersine çalışılır. Varoluşumuzu kuracak temel ölçütler serilir önümüze. Asrın bozulan idrakini yeniden mihverine döndürmenin ateşli savunucusu olunur. Baskıların, zorbalıkların matematiğini bozmak için uğraşılır mütemadiyen./
Dile öylesine önem vermiştir ki; Türkçenin has romanları yazılıncaya kadar batılıları okuyacağını kayda geçirmiştir. Zihin iklimine yabancı da kalsa; insan ruhunun derinliklerine inebilen eserlerle yetinmeyi ilkeleştirmiştir. Doğunun ruh mimarlarını da görmezden gelmemiştir. “Bostan”, “ Gülistan”, “Mesnevi” sularından kanasıya içmiştir. İki dünyaya da sağır kalmamıştır açıkçası. Vicdanını kanırtarak ezeli ahengin terazisinde tartmıştır yaptıklarını.
Anadolu ufkunda cilveleşen yangınların seyircisi kalmamaya azmettirmiştir iradesini. Aynı safta omuz omuza durduklarının dertlerini dillendirmiştir ilânihaye. Çalışmanın, didinmenin, uğraşmanın özümüzde var olan köken örneğini keşfe çağırmıştır insanımızı. Nesnelerin ezberletilen dayatmasından, ruhun özerkleştiren fiyakasına açmıştır göğsünü. Yitirerek elde etmenin, çoğalmanın gramerini bulmuştur sonuçta. Gökte dolaşan Leyla’nın, yeryüzü nöbetinde bekleyeni kalmıştır. Şühedanın tanıklığıyla, tartmıştır yapabildiklerini, yapamadıklarını!
Çalışmak, ilim, irfan sahibi olmak, ahlaki yücelikleri önemsemek, umutsuzluğa düşmemek, arkada bir eser bırakmak, yaşama inat ve kararlılığına sahip olmak, geçmişle bugünü bir vicdanın potasında kaynaştırmak, medeniyet burçlarını tırmanarak yükselmektir: Akif’in “ Safahat”la içimizde döndürdüğü aynada görülenler!
Bir gönlü olanlar; “Safahat” çarşısından alış veriş yapabilirler ancak!
Gönülsüzlere kapalıdır; “Safahat” dükkânının kepenkleri.
*DÖRT MESİM DÜŞÜNCE: 1/ ARALIK: 2005

























