BERZAH SAKİNLERİ

Ömer ERİNÇ

Hayatın öznesi kalmak; özgül arzusudur insanın. Kirli muamelelerin acenteliğini yakıştıramaz benliğine.

Tökezleyen aklın fantezisini, yaşantıların mizanında onarımdan geçirir. Önden giden düşünce ustalarının yön göstericiliğiyle zenginleştirir bakış açısını. Düşünüşün çağlardan çağları yankılayan aksanına çelikleşir yeryüzünde.

Deneyle doğrulanmayanı kabul etmemeyi öğütleyenlerle, bu dünyadan çekilmeyi ilkeleştirenlerin savunmacılığına çiçeklenmez. ‘Dünyada olma tarzı’nı ifadelendiren maneviyatın; insanı kuran tekniğini çalışır.

Statükonun emrivakisine boyun eğmeden, değişimin temelden olgunlaşmasına dikkat kesilir. ‘Teknik katkıyı muhafaza edelim, tekniği kuran metafiziği yasaklayalım.’ Ahlakçılığını yurt edinmez.  Denge uzmanı öncülerin çığırını yüceltir kalpte.

‘Zekâyı, fevri ve bilinçdışı refleksler düzeyine’ indirgeyen entekrist görüş açısının ışıldağıyla araştırmaz yönünü. Bağrında, ‘İlahi alanın’ eylemlerimizin kurbanı olmasını şeneltmez.

‘Tamahkârları parayla büyülemek, akıllıları bilimsel bilgilerle baştan çıkarmak’ tilkiliğine prim vermez. ‘Ahlakçıları ahlaksal kurallarla kandırmak ve sıradan ölümlüleri cehennem korkusuyla bağnazlaştırmak’ Hacivatlığına yuvarlanmaz.

Kaptıkaçtıcılığın melezleştiren ideolojisine itelenme tehlikesini göz önünde bulundurur. Garplılaşmanın, kanıksatılan palyaçoluğuna perçinlenmemeye titizlenir. Dünyada bulunuş gerekçesini örgütlemeye çabalar elinden geldiğince.

Paranteze alınan doğu aklının kıymıklaşışını görmekle sorunların üstesinden gelmekte zorlanmaz. İşleyim toplumunun gönlü yerinden uçurtan hacıyatmazlığına çöreklenmez. Gönül çelen gelişmelerin sinsiliğini keşfetmeye inatlaşır.

Kendine yetebilirliğin tarihsel arka planını özümseyerek; doğuda düşünmenin tatile çıkartılmasını soruşturur. Entelektüelini doğuramama sıkıntısının, ümmet algısını körelten tufanların başlangıcı olduğunu işaretler.

Zihin işlemezleşince, hayat donuklaşıyor çünkü. Varoluşu susturan buzulların akını giriyor devreye. Yaşantıdan soyutlanan ütopyaların hercümerciyle kuşatılıyor insan. Doğrularını, yalanlarıyla tebdil etmeye hevesleniyor. ‘Kendisi oluş’ istencinden kopartılıyor böylelikle.

Modernliğin dip akıntılarını ayrıştıramıyor. Derinlikten yoksun söylencelerin burgacında öğütülmeyi mukaddesleştiriyor. İdealize edilmiş mevsimlerin haşmetiyle büyüleniyor. Büyü bozumunu üstlenecek mecali bulamıyor kendisinde.

Nebevi öğretinin göstergeleriyle yüzleşemiyor bir türlü. Fırtınaya tutulmuşçasına ıraklaşıyor öz benliğinden. İlahi hikmetin anlaşılabilirliğine inandıramıyor kalbini. Tekdüze yorumların imkânına yaslanıyor ancak. Farklı okuyuş ve yorumlama ihtimallerini göz önünde bulundurmuyor.

Tarihsel olandan gayrisine onaylatmıyor görüş açısını. Evini geçmiş zamana kuranlardan; şimdiki zamanı saracak, sarsacak bilinç hâli beklenebilir mi hiç?

İslâm uygarlığının ‘yayılma’ çağını bir kalkış noktası yapamıyor. Çözülüşün nedenlerini belirlemede; kendinden eminliği oluşturmada bir mihenk taşı oluşturamıyor. Bütün bütüne sığınma ve hapsolma yeri olarak görüyor.

Oysa hayatı birörnekleştirmeyi önermeyen İslâm; yaşanılan çağa meydan okuma, hududullahı gözeterek hayatı silbaştan yapılandırmaya çağırıyor. Puta tapıcılığı, görünür görünmez put yapımevlerinin inşasını yasaklıyor. İnsanın, insanlığıyla sınanacağı alanı gösteriyor.

Ortadoğuluların kültürel aklının; ‘çatlama’ ve ‘yarılma’  sorunsalını algılayamayışlarının kökeninde İslâm’ın çağrısının doğru anlaşılamaması problemi vardır. Köken örneğiyle bağsızlaşan toplumlar trajik olanla yüzleşmekten kaçınamazlar.

Doğrultularına yabancılaşan Ortadoğu halkları; reel şartların da uzağında yaşıyorlar. Darmadağın edemiyorlar azgelişmişlik duvarını! Deşifre edilen batı yayılmacılığının fetişleştirilmesi için emek harcıyorlar. Elkızının; eloğlunun karakaşına, ela gözüne hayran olmayacağını, olamayacağını anlamak istemiyorlar.

‘Deniz yollarının açılması, Rönesans ve Reform’ gibi Avrupa’daki üç büyük gelişmeye kayıtsız kalan İslam dünyası; hayatın tenhasında çelik çomak oynuyor. Bileşkesi zulüm çatan keşiflerin; çokuluslu çetenin damak zevkini geliştirme öncülüne dayandığını zapturapt altına alamıyor. Piyon kalakalmanın arzuhaliyle mutmainleşiyor. İç olgunluğunu ayaklandıracak, dış şartların süvarisi olabilme koşullarını yankılatmıyor kâinatta.

Bir dünyaya doğan kişioğlunun; farklı dünyaların kavramlarıyla ütülmesi kabullenilemez evvelemirde. İnsan; içine doğduğu kültürün çağrışımlarına yabancılaştıkça, hemcinsinin şeytanlaşmasına katkıda bulunur. Açıkçası ‘insan, insanın kurdudur.’ Saçmalığını gölertir yeryüzünde.

‘Toplumun “mutsuz bilinç”ini temsil eden entelektüel yoksunluğu; okuryazar ideologların zuhuruna olanak hazırlıyor. Toplum hafızasının işleyişini durduran siyasal söylevcilerin bayraktarlığını coşturuyor Ortadoğu’da.

Geleceğin karagözlü zalimlerinden olacak sorgulayıcıların tasarısına titizlenmeyi yürürlükten kaldırıyor. Evrensel insan sıcaklığının yayılmasını durduruyor. Özgürleştiren bengisuların vitaminini sürüyor hayattan.

Tarihte ‘tatil’e çıkan Asya ve Afrika uygarlıklarının çökertilişine ivme kazandırıyor. ‘Kafaları bulandırmak için bir fetih stratejisi uygulamaya koyan’ misyonerlerin taşbebeği olmayı idealize ediyor.

Dâryûş Şâyegân’ın tespitiyle;

İslam; ‘demokrasi, sosyalizm ya da liberalizm kadar sekülarize olmuş kavramlar üzerine oturtmaya devam edildiği müddetçe, sorunları çözmekten ziyade zihinlerde karmaşa yaratacak melez karışımlara, patlayıcı kokteyllere’ varan bir süreç hazırlanıyor demektir.

İslam dünyasının temel sorunu; ‘atadan kalma yüklerden, savunma reflekslerinden, entelektüel sıkışmalardan ve özellikle dünyanın tüm sorunlarına hazır cevapları olduğunu zanneden’ birikimsizlikten kaynaklanıyor.

Müslümanlar olarak bizler; modern dünyanın ‘sığınmacılar’ı ve ‘göçmenler’iyiz sonuçta.

‘Sığınmacılar’ ve ‘göçmenler’ ki; berzah sakinleridir haddizatında.

Her türlü yorumlama ve hayal geliştirme imkânı elinden alınan ‘sığınmacılar’; yeryüzünün lanetlileridir.

‘Göçmenler’se; hayatın tenhasıyla ıslıklaşan yerüstü böcekleridir

Böcekleşmektense; tarihsel ödevine inatlaşan âşıkların köylüsü kalalım.

Ayna tutarak ‘Yaralı Bilinç’in haritasına; vicdanın özgül ağırlığını kanırtalım!